“Nirvana’yı arayış, aynı Ütopya’yı, tarihin sonunu veya sınıfsız toplumu arayış gibi, sonuçsuz ve tehlikeli bir arayıştır. Bu durum beraberinde, eğer arayış bunu gerektirmiyorsa, aklın uykusunu getirir. Bunaltıdan ve çabalamadan kaçış yoktur.”
-Christopher Hitchens
2014’ün önemli sergilerinden biri olacağa benzeye Marc Quinn’in Aklın Uykusu sergisi, 2013’te yılın en önemli sergisi olmaya aday gösterilen Haset, Husumet, Rezalet ve Mat Collishaw: Hayalet Görüntü gibi sergilerle adından söz ettiren ARTER’de Selen Ansen’in küratörlüğünde açıldı. Son yıllarda sanat ortamında değeri yükselen sanatçı, birçok koleksiyoner tarafından da yakın takibe alınmış halde. Quinn’in insan bedeni ve orgnizmalar üzerine ilgisinin bir sonucu olarak ortaya çıkan eserler, İngiliz sanatında Damien Hirst, Jake ve Dinos Chapman, Gavin Turk gibi öne çıkan isimlerle benzer bir atmosferi yaratıyor. Genç İngiiiz Sanatçılar topluluğundaki yukarıda ismini yazdığım sanatçıların tarzları, bakış açıları, kullandıkları malzemeler veya işledikleri konular ne kadar farklı olurlarsa olsun, birbirleri üzerindeki etkileri ve belki de içinde bulundukları çevresel koşullarla şekillenen düşünce biçimleri, Pop Sanatı’nın ikiz çekirdeklerinden biri olan Birleşik Krallık’ın sanatsal bakışını anlatmakta yadsınamayacak bir parametre oluşturuyor. Quinn’de de benzer bir şekilde gözlemlenebilen bu sanatsal duruş, onun bir yandan ele alınan konuya etken olmadan, ona daha çok bir izleyici gibi yaklaşmasının aynı zamanda gerçekliğin kimi zaman en acımasız ve sert yüzünü eserlerine yansıtımasının açıklaması niteliğinde. Tüm bu sanatçılar gibi popüler kültürün çeşitli simgelerini, dolaylı veya dolaysız bir yoldan eserlerine katan, onları yaratım sürecinin bazen düşünsel bazen fiziksel bir parçası haline getiren sanatçı, insan bedenine dair ögeleri, düşünsel çıkarımlarının merkezine koyarak, eserlerin toplu incelenmesi halinde, biyoloji ve daha geniş çapta ele alındığında bilimin merkezinde şekillenen bir okumanın da anahtarını yaratmış oluyor.
Halihazırda rahat bir algılamayı destekleyen sergi mekanı, Quinn’in “life size” eserlerinin nefes almasını sağlıyor. Farklı alanların etkin kullanımı ile izleyicinin andan soyutlanıp eserin açtığı pencereden Quinn’in boyutuna geçebilmesi için herşey yerli yerinde kullanılmış. Özellikle eser isim kartları, dikkati dağıtmayacak şekilde yerleştirilerek, okumanın bu denli çeşitli ve sonuç olarak algı üzerinde önemli olduğu bu serginin anlaşılabilirliği üzerinde pozitif bir etki yaratıyor. Küratoryal kararların, sergi üzerindeki tartışılmaz büyük rolü düşünüldüğünde hem eserlerin konumlandırılması hem de aralarındaki ilişki temelini Goya’nın Aklın Uykusu Canavarlar Yaratır eserinden alan sergiyi bir arada tutan önemli unsurlar olarak beliriyor. 1991’de tamamladığı Kendi adlı eseri onun için bir tür kırılma noktasını da beraberinde getirmiş. İlerleyen zamanlarda, organik sistemin farklı algılanış biçimlerini sorgulayan Quinn, 91’deki işinde kendi kanını kullanmış. Aklın Uykusu’nda da yine bir başka Kendi ile karşımızda. Bu eser, yaşam destek ünitesine bağlı şekilde sürekli doğru koşullarda tutulmak zorunda, yoksa bozuluyor. Serginin bir diğer bölümünde Dünyaların Zihinne Buluştuğu Yer, iki metre çapında bir dairesel tuval üzerine yağlıboya olarak resmedilmiş. Farklı mecraların kullanımı çeşitliliği sağlarken bu kıpkırmızı, damarlarla örülü organik mekanizma iki boyutun üçüncüyle buluştuğu ince bir sınırı gözler önüne sermekte.
Kendi çağının klasik eğilimleri olan resim ve heykelin tanımını deforme ederek kullanan sanatçı, popüler kültürün öğelerine yer verirken de bu tavrını koruyor ve Kate Upton üzerinden modellediği yoga duruşu halindeki heykelinde aslında daha önce de birlikte çalıştığı modeli, kendi yaratım süreci içinde, medyada göründüğü formuyla var ediyor. Serginin belki en ilgi çekici işlerinden biri bana göre Zombi Çocuk’tu. Rick Genest’in modellendiği bu eserin onu ilginç kılan yanı, Genest’in vücudunun tamamının, heykeldeki dövmelerin aynılarıyla kaplı olması. Gerçeği bir anlamda yıkan eserler, başka bir gerçekliğin de kapısını aralamakta. Quinn’in, çağdaşı sanatçılardan daha farklı bir biçimde sorguladığı ütopya kavramı veya Platon’un idea kavramı, heykelde, resimde ve sanatçının elini attığı tüm mecralarda, insan bedenini referans alarak dikey ve yatay düşünce ekseninde, yalnız sorgulanabilir kavramların değil aynı zamanda gerçekliğin ve gerçekötesinin de sorgulamasını yaparken, Hitchens’in, Aldous Huxley imzalı Cesur Yeni Dünya’sını incelerken yazdığı ve temelini yine Goya’dan alan satırlarda da belirttiği kaçınılmaz sonsuz bir çaba ve bunaltıyla izleyicinin görüşüne çıkıyor.
إرسال تعليق